Sixth Sense Herkesi Kandırmayı Nasıl Başardı?

Herkesin hayatında dengesiz insanlar vardır. Bu insanlarla ilişkiniz kimi zaman iyiyken kimi zaman berbat haldedir. Bazı anlarda çok yakın olduğunuzu sanırsınız ama sonra bir bakmışsınız uzun zamandır görüşmüyorsunuz. Ruh halleri de, ilişkiniz de hızlı değişimler yaşar.  Benim hayatımdaki bu dengesiz isimlerden biri de M. Night Shymalan. Evet, tanıdığım çoğu yönetmen gibi ben onunla tanışıyorum ama o benimle tanışmıyor :). Ancak filmografisi o kadar dengesiz ki yukarıda bahsettiğim ilişkinin birebir aynısını onun filmleriyle yaşıyorum. Kariyerine bakınca karşınıza belli bir türe ait başyapıt da çıkabiliyor, aynı türde izlediğiniz en kötü filmlerden biri de. Kimsenin konuşmadığı bir filmini izleyip hayran kalabiliyorsunuz, ama çok sevdiğiniz karakterlerin finalini berbat yazıp sizi çığırından da çıkartabiliyor. Gerçekten garip adam. Ama kim ne derse desin, Shymalan şu andan sonra da ne çekerse çeksin, benim gönlümdeki yerinin değişmesi çok zor. Çünkü tıpkı o dengesiz insanları hayatınızdan çıkarmaya kıyamadığınız gibi, ben de Shymalan'ı izlemekten vazgeçemiyorum. Seviyorum adamı. Signs, Unbreakable, Split ve özellikle Sixth Sense filmini insanlığa kazandırmış birini sevmem şaşırtıcı olmasa gerek zaten. 



Hint asıllı yönetmen aslında bu inanılmaz inişli çıkışlı kariyerinin yanı sıra başka ilginç özelliklere de sahip. Çoğu yönetmenler sektöre kattığı harika filmlerle bilinir, bazıları ise kendi icadı teknik yöntemlerle. Shyamalan'ı bu kadar popüler yapan ise film literatürüne kattığı, etkisini hala yapımlarda görebildiğimiz, senaryoların en ölümcül silahı haline gelen twistler. Tamam abartmayalım, Shyamalan'dan önce de vardı filmlerde şaşırtmacalar. Hatta ondan daha önce bunu başarıyla yapan Usual Suspects, Citizen Kane ve Fight Club'ın da zaten bu konudaki başarısından daima bahsedilir. O yüzden durduk yere Shyamalan'a plot twistlerin, yani şaşırtmacaların mucidiymiş gibi davranmamıza gerek yok. Ama şu da tartışılmaz bir gerçek ki adam sinemadaki bu unsura çağ atlattı. Tabii ki bunu başardığı yapım plot twist kullanımında bir devir kapatıp yeni bir devir açan Sixth Sense. Yazımızın da konusu bunu nasıl başardığı. 






Filme geçmeden önce geçmişten bahsetmeye biraz daha devam edelim. Sonuçta bu filmin başarısının kaynağını analiz etmeden önce başarısının ne olduğunu iyice kavramalıyız. Sixth Sense'in bu bağlamda yarattığı etkiyi anlamak için ondan önce ve sonraki filmlerdeki plot twist kullanımına biraz göz atmak gerekiyor. Yukarıda yazdıklarımızdan yola çıkalım mesela. Citizen Kane sinemanın pek çok unsurunda olduğu gibi, bu konuda da tarihin en eski örneğine sahip. Haliyle plot twisti aslında günümüzdekilerle kıyaslayınca büyük bir şaşırtma bile barındırmıyor. Herkesin saygı duyduğu ama günümüzde biraz bunadığı için görüşleri pek kayda alınmayan yaşlılar gibi, Citizen Kane de geçmişteki başarısından dolayı hala konuşuluyor olsa da günümüz için fazla basitleşmiş bir kullanıma sahip. Yine de yıllar içinde çok ilkel kalmasına rağmen şaşırtmacalı sonlar için her şeyin başlangıcı. Yine Sixth Sense'ten önce çıkıp şaşırtmacasıyla tarihte yer alan Usual Suspects aslında oldukça güçlü bir rakip. Ama özünde bu şaşırtmacaların kullanımı çok farklı. Usual Suspects göstere göstere bütün filmi ortadaki şaşırtmaca üzerine kuruyor, finaldeyse beklenen şaşırtmacayı daha önce görülmemiş bir şekilde ortaya koyuyor. Haliyle özellikle o yıllar için oldukça başarılı ve hafızalarda yer eden bir yapım oluyor. Ancak ondan sonra birebir aynı yöntemi farklı karakterlerle bir sürü filmde gördüğümüz için günümüzde tekrar izleyince veya daha yeni ilk defa izleyenler için bir etkisi olduğunu söylemek güç. Benzer durum biraz daha farklı da olsa Fight Club'ta da mevcut. Usual Suspects'in aksine film hikayenin temeline bu şaşırtmacayı koymuyor, daha doğrusu bunu hissettirmiyor. Karakterlerin ilginç hayatları ve bu hayat üzerine yaptıkları analizler göz boyamayı başarıyor. Ama ilk sahneden beri bir şeylerin ters gittiğini, ortada bir gariplik olduğunu bağıra bağıra söylemeyi de ihmal etmiyor. Hatta bazı sahnelerde saliseler arasında ortadaki şaşırtmaca ifşa ediliyor. Sixth Sense'te ise durum çok farklı. Nasıl mı?


Öncelikle Sixth Sense'in en büyük farkı ve yeniliği içerisinde iki tane gizem bulundurması. Yukarda bahsettiğim Fight Club'taki gibi bu filmde de daha ilk sahneden anlaşılıyor ortada bir gariplik olduğu. Bu gizem sayesinde filmin başından itibaren şaşırtmacaya hazır hale geliyor izleyici. Sonra film ilerliyor ve bu gariplikler daha da artıyor. Tıpkı Fight Club veya Usual Suspects'teki gibi. Her saniye gizemin çözülmesine daha da yaklaştığınızı hissediyorsunuz, ve gerçekten de çözülüyor. Ama buradaki en önemli fark şu: Bu gizem Usual Suspects'te filmin son sahnesinde çözülürken, Fight Club'ta da oldukça sonlara doğru çözülüyor. Sonrasında da geriye sadece olayların sonlanışını izlemek kalıyor. Sixth Sense'in farkı işte tam olarak burada. İzleyiciye hissettirdiği o problemi, gizemi filmin ortalarında açıklıyor. Oldukça dikkat çekici olan bu gizem zaten filmin karakterinin ağzından da 'Şimdi sırrımı seninle paylaşmak istiyorum.' repliğiyle paylaşılıyor. Filmin başından beri beklediğimiz sahneye gelmiş olmanın heyecanını yaşıyoruz ve detaylara takılmadan bu gizeme odaklanıyoruz. Karakterimiz de gerçekten yaşanan bütün garipliklerin sebebini söylüyor. Ancak bu noktada filmin dahice kısmı devreye giriyor: Gizemi açıklarken repliklerde ufak detaylarla ipuçları veriliyor. Filmin gerçek şaşırtmacasına dair ipuçları. İzleyici en başından beri beklediği şaşırtmacasına kavuşurken tabii ki repliklerdeki bu detaylara odaklanmıyor. 





Bu sayede film hem izleyiciyi elindeki gizemi sonlandırdığına dair ikna etmiş oluyor hem de bir yandan aslında elindeki esas şaşırtmacaya dair ipuçlarını ve bilgileri izleyicilerin dikkatini en çekmeyecek anda sunmuş oluyor. Sonuç olarak bu andan itibaren izleyiciye sadece olayların sonucunu izlemek kalıyor, tıpkı Fight Club'taki gibi. Bu, izleyicinin finale giden yolda yaşayacağı şaşırtmacanın etkisini en üst düzeye çıkarıyor çünkü ortada şaşıracak başka bir şey kalmadığına ikna oluyorlar. Dediğim gibi, bu filmden önce bu tür şaşırtmacalar hep izleyicilerin varlığını bildiği unsurlardı ve bunu başarıyla kullanan filmler de olsa olsa yarattıkları hikayenin ekmeğini yiyorlardı. Ama Sixth Sense'teki bu durum inanılmaz bir yenilik çünkü diğer filmlerin aksine ilk defa izleyiciyi elindeki plot twisti kullandığına dair kandırıyor. Filmde şaşıracakları daha fazla bir şey kalmadığı hakkında yalan söylüyor. İzleyenler de diğer filmlerden zaten alışık olduğu için buna dünden razı. Üstelik film bunu uzun süre sürdürüyor. İşlerin bitmediğinin, elinde hala devasa bir şaşırtmaca olduğunu en son sahnelerde, bütün gerçekler ortaya çıkarken fark ediyoruz. Tam da maç bitti artık derken takımı son dakika golü atan taraftarlara çeviriyor izleyiciyi. Bu yüzden yarattığı etki hala yeni izleyenler için bile çok üst noktada ve kalıcı. 


Bir insan şaşırmaya ne kadar hazır değilse o an geldiğinde o kadar çok şaşırır. Korku için de bu durum benzerdir ve biliyorsunuz ki Shymalan bu konuya çok hakim. Ortada bir sürpriz kalmadığına ikna ederek gafil avlıyor izleyenleri. Tam olayların sonucunu az çok kestirdiğinizi düşündüğünüz, 'Bu filmin de sonuna geldik.' dediğiniz anda patlatıyor ensenize tokadı. Bütün bu başarının kaynağı bence tam olarak bu. Sixth Sense'in sinema külliyatına kattığı şaşırtmacanın özü bu. Basit gözükse de dahice; kıymeti bilinmese de fazlasıyla ilham verici.